17 Temmuz 2011 Pazar

Alır Giderim Düşlerimi / Çağatay Güler


ISBN: 978-975-605-4414-86-7;
Baskı Sayısı: 1
Basım Yılı: Haziran 2011
Baskı Yeri: Ankarahttp://www.blogger.com/img/blank.gif
Sayfa: 90 Ebat: 13.5X19.5
Yayınevi: Palme Yayınevi

Bu da dizinin üçüncü kitabı. Düşlerden söz ediyor bu kez, ama gerçek olan düşlerden. Onların gerçekliğinin farkında olanlara yönelik aynı zamanda bir de çağrıda bulunuyor. Bu öykülerden keyif alanları, öykülerden birşeyler öğrenenleri "gitmeye" çağırıyor. Çünkü biliyor ki o düşleri yaşayanlara, geçmişten bu güne gerçek kılanlarda bu zamanda ve bu dünyada yer yok. Dolayısıyla gitmekten başka çare bırakılmayanların gitmek için bile olsa buluşmalarına bir kapı açmak için yazılmı, kitaptaki 19 öykü. Üç kitap içerikleri ve ele aldıkları konular itibariyle aslında birbirini tamamlıyor. Keşke hepsine ulaşılsa hepsi çok okunabilse.

Kitabın Yayınevindeki Sayfası:
http://www.palmeyayinevi.com/turkce/urun_detay.aspx?id=2865

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Morsayrılık / Çağatay Güler


ISBN: 978-975-605-4414-86-4;
Baskı Sayısı: 1http://www.blogger.com/img/blank.gif
Basım Yılı: Haziran 2011
Baskı Yeri: Ankara
Sayfa: 90 Ebat: 13.5X19.5
Yayınevi: Palme Yayınevi

Bu bloğun ilk kitabının yazarı sevgili Çağatay Güler'in 2011'de şu ana kadar yayınladığı üç öykü kitabının ikincisi. Bu da ilki gibi insanı ve farklı yanlarını anlatıyor. İçinde yer alan 17 öyküden en çok kitaba da adını veren ilk öyküyü sevdim. Hem her zaman olduğu gibi bir çok şey öğrendim, hem yitirdiklerimize ama en çok da farkında olmadıklarımıza hüzünlendim, hem de okurken büyük keyif aldım.

Kitabın Yayınevindeki Sayfası:
http://www.palmeyayinevi.com/turkce/urun_detay.aspx?id=2866

10 Temmuz 2011 Pazar

Kendini Yazdıran Öyküler / Çağatay Güler



ISBN: 9786054414796
Baskı Sayısı: 1
Basım Yılı: 2011.1.1
Baskı Yeri: Ankara
Sayfa: 94 Ebat: 13.5X19.5
Yayınevi: Palme Yayınevi
Liste Fiyatı: 10,8 TL


Çağatay Güler aslında bir öğretim üyesi. Bildiklerini paylaşmayı çok seviyor; dolayısıyla da yazmayı. Üstelik çok "üretken" bir yazar.
"Kendini yazdıran öyküler" kitabı birlikte yayınladığı diğer iki öykü kitabıyla bir öykü dizisi. Bu kitapta 16 farklı öyküsü var.
Yeni okuyup bitirdim. Doğrusu adı çok yakışmış. Bu öykülerde gündelik yaşamda hiç önemsenmeyen, üzerinde durulmayan kimi olayların aslında insanda nasıl izler bıraktığını okuyabilirsiniz. Dahası okurken de keyif alıp, kendi öykülerinizi anımsayabilirsiniz.
Kitaptan Bir Öykü

ÇAYCI

Hastane çadırı hemen yıkıntıların ortasındaki bir düzlüğe kurulmuştu. Hastanede çalışanlar insanüstü bir gayret içindeydi. Çadırdaki cerraha acil bir gereksinimi olup olmadığını sorduğunda sanki bunaltıcı sıcağı işaret eder gibi parmağını yukarı doğru uzatarak "iç çamaşırı demişti, olabildiği kadar iç çamaşırı!"

Çay ocağı hastanenin hemen dışındaydı. Paslanmaz çelikten bir çay ocağı, tüpe bağlanmıştı. Üzerinde iki demlik olurdu hep. Biri bitmeye yakın ikinci demlenir, akşama kadar bu iş sürer giderdi. Yanda bir sandığın üzerinde musluklu bir bidonla sabunluk vardı. Bir havlu asılı olurdu bidonun kulpunda. Birkaç tahta sandalye. Üç sandalyeli kır kahvesi gibi!

Ahbap olmuşlardı çaycıyla. Çay sevdiğini bildiğinden onu görür görmez seslenirdi: "Çay taze, gel bir çay iç abi!" Güzel çay demliyordu. Parayla satmıyordu çayı. Birileri görevlendirmiş olmalıydı. Zaman zaman yorgunluklarına aldırmadan gelenlere yardımcı olmaya çalışan hastane görevlilerine bakar, "iyi akıl etmişler bir hizmetliyi bu işe vermekle" diye düşünürdüm, "çayı da çay ama! Doğru adam seçmişler."

Zayıf kara kuru, kalın bıyıklıydı. Sabırlı, efendi bir adamdı. Çay geç kaldığında çıkışanlara kızmaz, "beş dakika sonra hazır" diye seslenir ya da "hemen geliyor" diyerek koştururdu.

Alışmıştım günlerdir, erkenden kucağında çay paketleri, şeker kutularıyla gelmesine. Yolumu oradan geçirir, o çayı demlerken sohbet ederdik. "Biz baştan çok başıbozuk oluyoruz ama, sonra toparlanıyoruz" derdi. Hayrandı Zonguldak maden işçilerine: "Adamlar kamyon sırtında geldiler, arı gibi ölümüne çalışıyorlar" derken gözleri dolardı: "Abi tek bir televizyon bile göstermedi onları, adam kurtarma buna derim ben! Elimden gelse bir çay ocağı da onlara açarım. Ama bir yerde durmuyorlar ki, burayı bitirip oraya koşuyorlar."

Günler geçti. Neredeyse bir aya yakın olmuştu. Bir sabah çayımı içerken, "Abi helalleşelim" dedi "Abbas yolcu!"

- "Ne yolcusu, burada görevli değil misin?"

- "Değilim"

Şaşkınlıkla bakakalmıştım:

- "Nasıl değilsin?"

- "Ben İstanbul'da bakkalım abi!"

- "Ya çay ocağı?"

- "Sorma abi, ben burada misafirdim, deprem oldu, çok şükür bize bir şey olmadı, attık kendimizi dışarı... Bir hemşire kız kapmış çocuğunu koşmuş sokağa. Tanıyorum, bizim komşu. Herkes şaşkın, ne olduğunu anlamış bile değil. Ben cebimden iğne ile ilacı çıkardım. 'Hemşire Hanım, şu iğnemi yapar mısın' dedim. 'Olur abi' dedi... Taşların üzerine uzandım. Çantasından kolonyalı mendil çıkarıp, çocuğunu koltuk altına kıstırıp, yaptı iğnemi. Bir utandım, bir utandım ki! "

Sandalyeye tekrar oturdum. Anlatmayı sürdürüyordu:

- "Ben bunlara nasıl yardım ederim dedim. Çay aklıma geldi. Gençliğimde ocakçılık yapardım. Bunları sağdan soldan buldum. Çayı, şekeri de idare ettik işte. Şimdi işler oldukça düzeldi. Çoluk çocuk da ekmek bekler. Dönelim işimizin başına."

Sarılıp vedalaştık. Köşeyi dönerken, dönüp ele salladım bir kez daha. İçerden seslendiler:

- "Çaylar nerede kaldı?"

- "Geliyor abi!" (ÇG/MS/YY)

Çağatay Güler, Kendini Yazdıran Öyküler (Öykü), Palme Yayıncılık, 2011, 94 Sayfa.

(Yazarının özel izniyle yayınlanmıştır.)


Kitabın yayınevindeki sayfası:
http://www.palmeyayinevi.com/turkce/urun_detay.aspx?id=2854